5 Ekim 2016 Çarşamba

Babam Ve Gri Mavi Botlarım

     "Pelin bütün sosyal faaliyetlerine ara vermeden devam etmeli" demiş büyükler ve öğretmenler... Doğru söylemişler... Ben de olsam öyle söylerdim... Daha iki üç hafta önce babamın ölü yüzünü son bir kez görmeyi reddettiğim caminin yanından geçerek, folklör derneğinin filanca okulun spor salonundaki  çalışmasına gidiyorum. Yan gözle bakıyorum camiye; bomboş... Kafam nasıl da karışık... O günden sonra renkler, sesler ve kokular bi' tuhaf sanki... En iyi bildiklerim bile değişmiş gibi... Başka işte... Daha önce farkına bile varmadığım sesleri artık duyuyor, ve alışılmadık şekilde önemseyerek algılıyorum. Araba kornaları, çocuk gürültüleri, ezan... Hepsi canlı canlı geziniyor  bulanık zihnimde.... Sanki evvelce bir perde varmış da açılmış gibi... Üzerimden cam bir fanus kalkmış gibi... Savunma mekanizmalarımın tamamı kırık dökük... Geç mi kaldım, daha erken mi, bilmiyorum... Ağır ağır yürüyorum... Derinlerde, çok derinlerde minicik bir sevinçli heyecan... Nedeni, yeni alınan, ilk kez giydiğim gri-mavi botlarım olmalı, bağcıklarıyla yaşama tutunmaya çalıştığım...
     Çalışmanın çoktan başlamış olduğu salona girdiğimde, o günden beri bütün öğretmenlerimin gösterdiği aynı hoşgörüyle karşılanıyorum, inceden hüzünlü... "Gel Pelin'cim" diyor hocamız Bilmemkim Abi... Tamamı yaşça benden büyük dansçı abla ve abiler arasındaki yerimi alıp, zıplıyor, sekiyor, çöküyor, dönüyorum... Sadece sayılar var... Sayılar, ayak seslerimiz, komutlar...
     Sonraki zaman hafızamdan kayıp... Hatırlamadığım bir şekilde eve dönüyor, ayakkabılarımı çıkarmak için eğildiğimde spor ayakkabılarımı görüyorum... Botlarım?!... Çantamda da yoklar?!.. Geri gidip salonu arıyorum... Yoklar... O anda, bundan daha mutsuz olunamayacağını düşünüyorum. Bütün bu olanlardan daha kötü bir şey olabilmesinin imkansız olduğunu... Direnmiyorum... Ağlamıyorum ama, kendimi bırakıyorum üzüntünün ıslak, huzursuz kollarına... Sonsuza dek o kollarda olmayı kabullenerek pes ediyorum...
     Gerçekten de, sonraki hayatımda o zaman olanlardan daha kötü bir şey olmuyor... Yine aynı o kadar mutsuz olduğum şeyler geliyor başıma zaman zaman... Ve ben, böyle zamanlarda, elimde olmadan hep o güne gidiyorum zihnimde... Bir tür otomatik eşleştirme gibi... Babam ve gri-mavi botlarım... Bugün hala aynı fikirdeyim... Evet, bundan daha fazla mutsuz olunamaz... Babam... Ve gri-mavi botlarım...

18 Şubat 2016 Perşembe

Çok Uzak

     Telaş içinde koşuşturuyorum. Aklım karışmış, nefes nefeseyim. En sevdiğim iki kızım Funda ve Nurten arka koltuktaki yerlerini aldılar ama yatak odasında daha birsürü bebeğim var. Eşyalarını da düşünürsek yüküm hiç de az değil. Hemen toparlanmalıyım. Vakit gittikçe daralıyor. Odayla salon arasında mekik dokuyorum ve gerginlik düzeyim gittikçe tırmanıyor. Araba her an hareket edebilir!..
     Nihayet, yüzleşmek istemediğim o an geliyor. "Tamam, zamanın doldu, gidiyoruz" diye bağırıyor abim. Gözlerim doluyor, "bi' dakka yaa!" diye yalvarırken... Abim kararlı. Sol ön sandalyeye çıkıp, yanındaki sandalyenin üzerinde duran direksiyonu alıyor. Hızla boşalan sandalyeye yöneliyorum. Tam çıkıp oturacakken beni itiyor, ve arkaya hizalanmış diğer iki sandalyeyi gösteriyor.  Ağlamamaya kararlıyım. Hırsla arkaya geçerken bir kez daha deniyorum şansımı; "bi' dak'kacık daa' dursana yaaa!"... Dönüp arkaya bakmıyor bile. Blokflütünü "bire" takıyor, yere ters çevirerek koyduğu üç terliğe sırayla basıyor, ve biz gidiyoruz...
     Vicdan azabı, özlem, yarım kalmışlık hissi doluyor içime daha ilk anda. Diğer bebeklerim ve yanıma almayı planladığım -muhtemelen- saçmasapan eşyalar geride kaldılar. "Çok uzağa gidiyoruz!" diye bağırıyor abim... "Ne zaman gel'cez geri?" diye soruyorum titreyen sesimle... "Gelmiycez ki!" diyip daha da çok basıyor terliğin tabanına; "ğğıııııınnnnnn!!!!"...
     Bu kadarı fazla. Çok şeyim geride kalmış, çok hızlı gidiyoruz ve nereye gittiğimiz bile belli değil!.. Kimbilir, belki akşam, karanlık olunca bile gelmeyiz. Ne dedi abim, "gelmiycez" demedi mi?!.. Annemle babam işten geldiklerinde belki de bizi evde bulamayacaklar!.. Ağzımı kocaman açıp son sesimle ağlamaya başlıyorum. "Gitmiycem! Dur! İncem beeeeeen!!!"... Abim geriye dönüp gülerek bakıyor yüzüme, keyfine diyecek yok... Sonra elindeki tencere kapağını sağa sola çevirerek daha çok bağırıyor; "ğınnnnnn!!!!"... Çaresizim. Giden arabadan atlayamayacağım için sadece ağlıyorum, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. "Çok uzağa" gidiyorum ben...

16 Ocak 2016 Cumartesi

Çok Karanlık

     Hayat sanki insanın seçimleriyle örüp şekillendirdiği bir şey değil de, karanlık maddenin içinde yüzen bir gezegen gibi... Aynı anda varolan sayısız gezegen... Bu gezegenlerden herbiri, yalnızca bir kişinin gerçek hayatı. Bir gezegenin onu yaşayan kişiye ait olup olmadığı, ne kadar iyi ya da kötü olduğundan çok daha önemli.
     Kendi gezegeninde yaşayan insan bunu sezgisel olarak bilir. "Yanlış bi' gezegende olabilir miyim, yaşadığım hayat bana mı ait" diye bir an olsun kuşkuya düşüyorsa, bu kesinlikle yanlış gezegende olduğu anlamına gelir. Yaşayan birinin başına gelebilecek en kötü şeydir. Çünkü mutluluk ve huzur, insanı ancak ve ancak kendi gezegeninde bulur.
     Pek az insan bu gerçeğin farkındadır. Birçokları ise, sırf koşullarının daha iyi olduklarını  sandıklarından, daha çok mutluluk emmek için diğer gezegenlere atlarlar. Kimisi bunu ilk atlayışta başarır, kimisi karanlık maddenin içinde yüzerek yıllarını harcar. Fakat sonuç değişmez. Kolaylıkla ya da zorlukla, kendine ait olmayan bi' gezegene atlayanlar, sürekli olarak acı çekerler. Yine pek azı bunun sebebini bilirken, birçokları farkına bile varmadan, kendilerine ait olmayan bu hayatın sonunda "anlamsızca" ölürler.
     Farkına varanların  bazıları panik içinde karanlık maddeye atlarlar. Karşılarına hiçbir gezegen çıkmayacak olsa bile, yanlış bir hayatı yaşamaktansa eriyip yokolmaya hazırdırlar. Bazıları o kadar cesur değildirler. Biraz bekler, ve yakından geçen ilk gezegene atlarlar, bir ümit. Bunun kendi gezegenleri olma ihtimali yok'a yakın olduğundan, sonra bir diğerine, sonra yine bir diğerine atlayarak tüm hayatlarını bu anlamsız sürece, bu boş çabaya gömerler. Bazı diğerleri ise, vaktiyle terkettikleri kendi gezegenlerini tekrar bulur, ve yeterince beceriklilerse karanlık maddeye düşmeden tek sıçrayışta ona geri dönerler. Onlar, en şanslı olanlarıdırlar...