14 Eylül 2018 Cuma

Isırık

"Sana gelmek istiyorum ama kedini odaya kapatabilir misin?" dedi; "Seni odaya kapatırdım ama kedim evde kapalı kapıdan hiç hoşlanmıyo" dedim...

          Yahu, Çimçim mutsuz olmasın diye tuvaletteyken bile kapı kapatmıyorum ben... Bi' tek yerler silinirken, deterjandan patişleri zarar görmesin diye hapsediyoruz kızımı, onda da kapı açılana kadar hiç yorulmadan miyavlıyo canpârem...

          Çok önemli bir sağlık sorunu yoksa bir insan için bir kediyi asla ama asla hapsetmeyin, çünkü gerçekten buna değmez. Nerden mi biliyorum?...

          Çimçim'i bazen bilerek ya da bilmeyerek çok kızdırırım. Bazen de, muhakkak bilmeden ve istemeden canını yakarım. Tıpkı insanlara da yaptığım gibi... Böyle durumlarda Çimçim beni çok özenli, çalışılmışçasına planlı ve hassas bir teknikle ısırır. Bu, canımı pişman olup onu rahat bırakacağım kadar (sağlam) acıtan, deriyi delmeyecek maksimum derinlik ve bası gücüne ayarlı, izi ancak yarım saatte tamamen geçen, kalıcı hiçbir hasar ve kızgınlık bırakmayan bir ısırık; ısırıktan öte bir çalışma, bir proje, hatta bir sanat eseridir... Aynı şeyleri insanlara yaptığımdaysa...

          İnsanlar da ısırır elbet. Ama insan ısırığı barbardır, kindardır, masumiyetten uzaktır... İnsanlar tarafından ısırıldığınızda çoğu kez kanarsınız. Asla geçmeyen izler bırakır insan ısırığı. Çoğu kez amacını aşar, çirkin, kirli bir zevke dönüşür. Hiçbir hayvan değil, ama yalnızca insan, acıtmaktan zevk alır. İnsan, ısırdığı yerden sevgisizlik, öfke, nefret, acımasızlık zerkeder bünyeye... İnsan "kıyar"... En çok insan "kıyar"....

          Ne yazıyodum ben... Evet.... Kedileri hapsetmeyin.... Sakın hapsetmeyin.

9 Eylül 2018 Pazar

Batuhan, Kalp, Pelin



     Öyle eski ki... Henüz okula başlamamış olduğum zamanlar... En sevdiğimiz oyun alanımız, tabii ki Atatürk Orman Çiftliği'nde oyun alanı olmayan tek yer,  Daire'nin bahçesi. En çok orayı seviyoruz, çünkü bize yasak. 5-15 yaş arası çocuklar, bulabildiğimiz her fırsatta ordayız...
     Daire'nin bahçesinde olmak ayrı güzel, 15 yaşındaki "koccaman" abi ve ablalarla takılmak ayrı... Gerçi biz koşuşturuyoruz, onlar oturup konuşuyorlar ama olsun...
     Yine böyle güzel bir yaz akşamında, abiler ve ablalar gülüşerek beni çağırıp, beyaz duvara ot yeşiliyle yazdıkları şeyi gösteriyorlar... "Batuhan, kalp, Pelin"... Bunun "Batuhan Pelin'i seviyor" demek olduğunu söylüyorlar. Allah'ım!.. İşte geliyorlar, karnımın ilk kelebekleri!.. Bir içi içine sığmazlık bende... Nasıl yani?.. Sevgilim mi var şimdi benim?.. Televizyondaki gibi, gözünü yumup ağzından öpmeli sevgili gibi mi yani?.. Yoksa kabarık bir gelinlik giyip ruj sürmek gibi olağanüstü bi' şey mi bu?.. Büyüdüm mü şimdi ben?.. Karınlarını tutarak bana gülen bu kocaman(!) ablalar kadar büyüdüm mü?.. Ne olduğunu tam anlayamadım ama sanki en güzel bi' şey bu... Sanki, sanki Emel Sayın olmak gibi muhteşem!..

     Gelelim Batuhan'a... Yaşıtlarımdan biri, -bana sorarsan- çok çirkin bir çocuk. Zaten o yıllarda güzel olmanın benim için tek şartı var; sarı saçlı ve mavi gözlü olmak. Hani, yeşil bile kurtarmaz, mavi... Ha, o çirkin de ben güzel miyim; yok öyle bi' şey... Bulgar göçmeni rahmetli bakıcım -Sevgili- Hürmüs Teyze'min Sincan'daki kendi komşusuna deldirdiği kulaklarımda hala dikiş iplikleri duruyor ve saçlarım iki örgü... Ah be Hürmüs Teyze... Ben sizler gibi hokka burun boncuk göz değilim ki yakışsın bana o saç... Tabi şimdi düşünebiliyorum bunları. O yaşlarda kendi güzelliğimden hiç kuşkum yok. Herkes boşuna öpüyor olamaz o tombul yanakları di mi?.. Ama bu algıma rağmen, Batuhan'ı olanca çirkinliğiyle sevgilim olarak kabulleniyorum. Zaten, aşk biraz da razı olmak değil mi?..
   
    Sonra Batuhan'ı çağırıp duvardaki yazıyı ona da gösteriyorlar ama o hiç umursamıyor. "Bak, bunu sen yazmışsın" dediklerinde ise çok sevinip, okuma yazma bilmediği halde "ben yazdım!"  diye haykırarak durumdan payeleniyor. Onun da benim gibi okula gitmediğini, yazı da yazamayacağını bildiğim halde söylenene inanmayı seçiyorum. Zaten, aşk biraz da kendini kandırmak değil mi?..

     Büyük çocuklar Batuhan'ı "Pelin'i mi seviyon lan sen? Aşık mı oldun?" diye hem ruhundan, hem de yanaklarından sıkıştırıyorlar. O zaman sinirleniyor küçük erkeğim... Vargücüyle bağırıyor : "Haayıırrr!!! Sevmiyoruuummm!!!!"... Bu son dakika gelişmesini hiç ciddiye almıyorum. Zaten, aşk biraz görmemek, biraz da duymamak değil mi?..

     Kızlı erkekli ergenler hep birlikte başlıyorlar şarkılarına: "Batuhaaaan Pelin'iiii seeviiiyoooo!!!"... Öyle heyecanlı, öyle sevinçliyim ki aslında... Çok mutluyum "bu başıma gelen"den... Ama içgüdüsel olarak "ters manyel" yapıyorum : "Yaaa!!! Söylemeyiiin!!! Susuuun!!!"... Zaten, aşk biraz da rol yapmak değil mi?..

     Ertesi gün yine aynı yerdeyiz. Ben, Batuhan ve diğer küçükler koşup oynuyoruz; büyük çocuklar "Batuhan❤Pelin" yazılı duvarın önünde oturuyorlar... Her şeyin üzerinden koca bir gün geçmiş... Artık ne o yazı umurumda, ne Batuhan, ne de "sevgililiğimiz"... Zaten, aşk biraz da unutmak değil mi?..