17 Aralık 2019 Salı

Öyle Böyle Demişler

     En çok dedikodulardaki Pelin'i seviyorum ben. Kızmıyorum artık dedikodumu yapanlara... Hatta hayallerinde yarattıkları o müthiş kişiliği bana atfetmiş oldukları için hafiften gurur bile duyuyorum.
     Hiçbi' zaman o kadar renkli, o kadar cesur biri olmadım ki ben... Oysa dedikodularımdaki Pelin'in gözü kara, deli cesareti var onda. Çılgın bir kere... Canı ne isterse onu yapıyo.  Ne yakalanmaktan korkuyo, ne ayıplanmaktan. Kim ne düşünür diye bi' endişesi yok. Hem sonra şanslı, çok şanslı. Zerre emek vermeden, zerre kadar yeteneği yokken önünde kapılar açılan, işleri tıkırında giden, yediği önünde yemediği arkasında biri o. Kendisini delice seviyo. Benim hayal edebileceğimden bin kat fazla değer veriyo kendisine. Zehir gibi aklı, her şeye çalışıyo. Aman ne stratejiler, aman ne entrikalar, aman efendim ne menfaat savaşları... Bütün dünyayı parmağında oynattığı yetmiyo; şeytanlara, iblislere salıncak kuruyo.
     Bi' yandan da çok "minnoş" bi' insan bu dedikodulardaki Pelin. Bazı senaryolarda şimşek gibi parlayan dehşet zekasına tezat bi' şekilde suistimal ediliyo, sırtında hacca gidiliyo... Kendisi için ne iyidir, ne kötüdür, hiçbi' fikri yok!.. Saçıyla ne yapacağını, ne giyip ne giymeyeceğini, kendisine yakışanı yakışmayanı, kimlerle görüşüp görüşmeyeceğini, neyi söyleyip neyi söylemeyeceğini bilmiyo... Kıyamam yahu, bu ne naiflik... Yok yok, bildiğin bebek bu...
     Valla ben memnunum dedikodularımdan. Lütfetmişler, hayallerinde yer vermişler bana, kafalarının içindeki filmlerde rol vermişler... Az şey mi?..

14 Ekim 2019 Pazartesi

Çimçim, Cemşit ve Gerçek Bilgelik

"Çimçim'in bilmeden bilmesini hatırlıyo musun" dedi Cemşit, birdenbire... "Tabii ki, onunla ilgili her şeyi  hatırlıyorum. Peki sen? Sen de onun gibi değil misin, sen de bilmeden bilmiyor musun" dedim. Üzgün baktı sanki, burkuldum, "e sen de kedisin?" diye ekledim. "Kediyim ama mutantım, onun kadar bilemeyebilirim" dedi. "Ne kadar bilirsin peki?" dedim, "en kötüsü yine senden bin kat iyi bilirim" dedi. Rahatladım.
     Evde bir bilge olması iyidir. Lakin insandan bilge olmaz. Bir insanı abartsan abartsan, lider, peygamber falan yaparsın en fazla. O da, aslında varolmayan, bu yaratılmış gerçekliğe inandıracak birilerini bulduğun sürece...
     İnsanın kendisini ve diğerlerini aldatması hiç bitmez. Çünkü insan, doğduğundan öldüğüne kadar inanır ha inanır. Sınırlara, mülkiyete, paraya, savaşa, her tür sisteme, işine gelene, mecbur tutulduğuna, öğretilene, kendine söylediği kendi yalanlarına... Hiç durmaz... İnanır ha inanır.
     Ama kedi inanmaz. En aptalı bile. . Üzeri baskılı ya da yazılı bir kağıt parçasının yüklü değerine, bir toprak parçasının bir insana ait olabileceğine, filanca sistem için ölmenin kutsallığına, kendi varlığının çok özel olduğuna, kendi seçilmişliğine ya da seçilmiş ilan edilenlere, cennete ve cehenneme, en aptal kedi bile inanmaz. Kedinin zeki olmaya, öğretilmeye, tecrübeye ihtiyacı yoktur. O, doğduğundan öldüğüne, bizim merak bile edemeyeceğimiz derinlikteki anlamlara kadar her şeyi, "bilmeden bilir". Biliyor olduğunu umursamaması gerektiğini de bilir. Sormaz, sorgulamaz, kabul etmez, reddetmez... Sadece bilir.
     Onun için iyice yanaştım Cemşit'e. Dokundum. Ilıklığında ve yumuşaklığında kahrolası insan zekamı temize çektim. Bal rengi gözlerinin ta içine baktım. Sakinliğinde ve güvenliğinde öğretilmişliklerimi temize çektim. Tabi sadece bir anlığına... Çünkü insan arada gerçek dünyaya dokunarak böyle dinlenebilir biraz, ama sonuçta asla bir kedi olamaz. Kedinin gerçek dünyası insana göre değildir. İnsan, istese de istemese de insanların yalan dünyasına mahkumdur. Çünkü... Dedim ya işte... Çünkü, "ne yazık ki insandır". Zaten şu dünyada en çok "insana yazıktır"...