22 Kasım 2015 Pazar

Ta Yörüngene Senin

      Köle olmayı kabullendim ben... Kabullendim de, neden köle olduğumu çok merak ediyorum. Zamana ve topluma göre çeşitlilikler gösteren kölelik sisteminin iki temel unsuru, köle ve sahip, nasıl ve neye göre belirleniyor?.. Atalarım ve ben neyi başaramadık, hangi konularda eksiğiz de, onlar sahip olurlarken  bizler köle olduk?..
     Ha, nankörlük etmek istemem. Bir köle olarak statüm çoklarından iyi. Mandingo'yu okuyanlar çok iyi bilirler. Güzelliği, çalışkanlığı veya yeteneği sayesinde bazı köleler diğerlerinden daha iyi beslenir,  daha yumuşak yerlerde uyurlar. Ahırda, tarlada değil de, mutfakta çalışırlar mesela. Sahibin gözdesi(!) olan köle arasıra onunla birlikte yumuşak yatakta uyur. Yani kölelikte de statü ve görece iyi yaşam koşulları elde etmek her çağda ve kültürde mümkün. Mesela ben, yaşadığım ülkedeki pek çok kapitalizm kölesinden daha iyi bir barınak ve yiyeceklere sahibim.
     Bolca Yaşar Kemal okuyanlar daha da iyi bilirler. Maraba var, ırgatbaşı var, ağa gözdeleri ve yalakaları var... Hepsi köle ama, aralarında dağlar kadar fark var. Zamanı günümüze, mekanı İstanbul'a taşırsak; şu an benim , Filanca AŞ'nin genel müdür sekreterinin ve bir tekstil atölyesindeki ütücünün yaşam kalitesi arasındaki fark gibi. Yani, yıllar, çağlar geçiyor, coğrafyalar değişiyor, ama kölelik sistemi temelde hiç değişmiyor. Varlığını bunca değişime rağmen hiç mutasyona uğramadan sürdürebildiğine göre, insan doğasına çok uyumlu bir sistem olsa gerek. İlginç.
     Kölelikten kurtulmanın yolları da var tabi... Bin yıl önce Arabistan'da veya şu an Suriye'de bir köleyseniz satın alınıp azledilerek bu durumu değiştirme şansınız var. Bir üçüncü dünya ülkesinde ve günümüzde yaşayan bir modern köleyseniz de, bir sahibin cinsel ilgisini çekerek, sosyal, siyasal yakınlıklar kurarak (yani evlenme ve yalakalık) yoluyla kölelikten kurtulur, bir sahibe dönüşebilirsiniz. Bir de nadir rastlanan, çok yetenekli, çok zeki ya da çok şanslı olma ihtimalleri var tabi... Bunların hepsi gayet anlaşılır. Benim merak ettiğim, doğuştan "sahip" olma hali. Onu niye olamadım ben?.. Yok, illa olayım demiyorum da... Niye olmadım yani... Olaymışım iyiymiş... Lan... Yörüngesine yandığımın yampiri dünyası..,
   

17 Kasım 2015 Salı

Bayrampaşa, Enginarlı Havuz

     Hemen teslim olmadım. Önce bir süre görmezden geldim ama, ne mümkün... Sonunda yüzümü o tarafa döndüm, ve tüm varlığımla kendimi o çirkinliğe bıraktım. Anlamak gibi bir niyetim yoktu. Neye benzediğini ya da benzetilmeye çalışıldığını düşünmek istemiyordum. Yüzleşmek, hepsi bu. Sadece yüzleşmek, kabullenmek ve yoluma devam etmekti niyetim. O şeyi, ya da "şeyleri" yok etme şansım yoktu. Oradaydılar ve ben onlar yokmuş gibi davranamıyordum işte. Kirli süs havuzunun içindeki saplı, yeşil, biçimsiz objeler. O kadar beceriksizce çalışılmış ki, sırf bu yüzden bile başında durulup "kime, neden, ne amaçla, ne karşılığında yaptırılmış acaba" diye düşünülmeyi hakediyor.
     Bir bitki itham ediliyor olsa gerekti.... Ya da hakaret ediliyordu bir çiçeğe... Yok yok, aslında bu şeye benziyordu sanki, şeye... Enginara!.. Ama enginarsa neden adamakıllı enginar gibi yapılmamıştı?.. Hiçbir sebze böyle kötü bir yorumu haketmez ki...