23 Ağustos 2017 Çarşamba

Bodrum'da... Şarkı söylerken...

Üç ayaklı kedi var, sıçrar gibi yürüyen... Mavi-gri ve beyaz alacalı, kocaman gözlü... Her gece iş dönüşü kapıya kadar beni saklana saklana takip eden, yakalandığında gözümün ta içine, en derinlerime delercesine bakan... Ben içeri girinceye kadar sesini çıkarmayıp, sonra miyavlamaya başlayan, ne demek istediğini anlayamadığım...

Engelli arabasını bir kadının ittiği, büzülebileceği kadar büzüşüp, tuhaf, karmaşık bir şekil almış, güzel gözlü genç kız var, bizim dükkanın(!) önünden geçen...Beden dilinin kasılma ve kargaşadan ibaret olduğunu sandığım...Tâ ki, sahneden salladığım elimden kurtulan sevgiyi havada yakalayıp öpücükle karşılık verinceye kadar...

Onlar, aynı gezegeni ve zaman dilimini paylaşmaktan memnun olduklarım arasındalar...

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Şarkıcı

      Önce ben boyanırım, sonra ışıklar... Her yerde rengarenk duygu parçaları... Şarkıdan şarkıya geçtikçe etrafa saçılıveren... Işıklı pembeye boyanmış biraz heves, bir sandalyenin üzerinde... En son hayal kırıklığım maviye boyanmış, ön masadaki kadının boynunda dansediyor... Ve beyaz gömlekli adam yerdeki bir parça yeşil özlemin üzerine basacakken son anda duruyor... Gözleri gözlerimde, tüm nezaketini takınmış, bir şeyler söylüyor bana... Anlamıyorum, kulağıma doğru eğiliyor... Parfümü mosmor, burnuma doluyor... Eşinin şarkısını elbette söyleyeceğimi bildiriyorum sarı bir nezaketle... Yüzünde açık turuncu bir minnet... Benim makyajım bozuluncaya ve son renkli ışıklar da sönünceye kadar burda yaşayacağız, onlar ve ben... Sanki gerçekmişiz gibi yapacağız bütün bu süre boyunca... Son çizgilerimiz silininceye kadar... Bu bizim sırrımız... Aslında sizin de...

8 Ağustos 2017 Salı

TOST

En sonunda kız caddenin ortasına dizlerinin üzerine çöküp ağlamaya başlayınca bittiğini düşündük. Neyse ki bitmemişti. Tekrar kalkarak polis arabasına saldırdı. Polisi çağıran kendisi olduğu halde, erkek arkadaşını zorla polis arabasından indirmek istiyor, onu çekiştirirken bir yandan da polislere saldırıyordu...
     Merve, ben, karşı camdaki sakallı adam ve kedisi, dördümüz, olanları doyumsuz bir ilgiyle izliyor, bitmesini istemiyorduk. Diğer cam sakinleri ise oldukça hoşnutsuz tepkiler veriyorlardı. "Yeter artık, götürün şunları!" diye bağıran kadına nefretle baktık. İstemiyorsa pekala camını kapatıp arka odalardan birinde uyuyabilirdi. "İşgüzar" dedi Merve... Ben "salak" diye ekledim.
     Neyse ki kimse oralı olmamıştı. Genç adam hala küfürler ederek olanca gücüyle bağırıyordu, "gelsinler ulannn!!! gelsinler buraya .... koduklarım!!!".... Evet, gelsinlerdi artık! Kimdi ki acaba onlar? Keşke gelselerdi oraya, evet!.. Merve'yle kah birbirimizin omuzundan yükselerek, kah itişerek kendimize yeni görüş açıları yaratıyor, en kör noktaları bile görmeye çalışıyorduk. "Sen burda dikkatli dinle, ben tostlara bakıp geliyorum" dedi Merve... Yüklendiğim sorumluluk bilinciyle daha da kulak kesildim. "Rezil olduk abi" diyordu adam...
     Merve elinde tepsiyle döndüğünde polis arabasının kapıları kapanmıştı. Hüzünle baktık giden arabanın arkasından. Çığlıklar yavaş yavaş uzaklaşıyor, yanıp sönen ışıklar çekiliyor, sıkıcı hayatımız hızla boşalan yerlere doluyordu sanki...
     "Kaşar peyniri yoktu, sucukla labne koydum" dedi, bıkkın sesiyle... Cevap vermedim...