21 Mart 2014 Cuma

Boklu Sopalar

     Sokak köpekleri önde, biz arkada, delice koşuyoruz. Amacımız onları yakalamak değil, yalnızca kovalamak. İstiyoruz ki bizden kaçsınlar. Sonra yine gelsinler, biz yine kovalayalım. Yorulmuş olsam gerek, elimdeki sırık, ya da, henüz okula bile başlamamış küçük bir kız çocuğu olduğumdan bana sırık gibi büyük gelen sopa, gittikçe ağırlaşıyor. Duracak kadar yavaşladığım anda farkediyorum ki, aman Allah'ım, sopamın ucundaki "bok",  artık yok!.. Düşürmüş olmalıyım...
     Vargücümle geriye doğru koşarken bağırıyorum: "Aaabiiii!.. Bokum yok, bokum düşmüüüş!!!"... Abim köpekleri bırakıp benimle koşmaya başlıyor. Dakikalar içinde köpek dışkılarının başındayız, çok şükür, nihayet... Sopalarımızı iyice buluyoruz bu kez dışkıya. Köpeklerin, üzerlerine sopalarla koştuğumuz için değil, kendi dışkılarına temas etmemek için kaçtıklarına inanıyoruz. Bu durumda, sopamızın ucundaki dışkı düştüğünde silahsız ve savunmasız hissediyoruz doğal olarak. Ama şimdi çok güçlüyüz, sopalarımız köpek dışkısıyla sıvanmış, hazırız; "ileri!!!"...
     Aslında, belki de "boklu sopalar oyunu"nu bu kadar çok sevmemin nedeni, evde yasak olan "bok" sözcüğünü dilediğimce kullanabiliyor, "bok" diye bağırabiliyor olmam. Annem beni duyamayacak kadar uzakta... Bıçağın tersiyle elime vuramaz, alt dudağını ısırıp sertçe bakamaz bana... Babamın okuduğu "Gırgır"ları suçlayıp onunla kavga da edemez kötü şeyler söylediğim için. Bu oyunun başka bir güzel tarafı da, sonradan anladım ki, abimle oynadığım son oyun olmasıydı. Sonraki yıllarda oyun gruplarımız ayrılacak, abim beni kendi oyun ortamlarında istemeyecekti. Sadece erkek arkadaşlarını bulamadığı zamanlarda, mecbur kaldığı için oynayacaktı benimle...
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder