10 Ekim 2017 Salı

Boşanma

     Yıllar önce bir ekim sonu... Belki de kasımdır, bilemedim şimdi. Hava kararmaya yüz tutmuşken tam, hoca da bir ezan tutturuyor. Akşam ezanı, belki yatsı... Anlamam pek... Derin bir endişe bütün bedenimi kaplıyor. O anda artık ayakta durmamın mümkünü yok. Hızla pencerenin kenarına gidiyor, karyolamın kenarına ilişiyorum. Kurtuluş'ta bir dördüncü kat.... Arka cephe... Gözlerim bakımsız balkonlarda gezinirken, içimden, yok, belki de yüksek sesle, "bundan daha mutsuz olunamaz ki" diyorum. Kimbilir, dememiş de olabilirim. Bunlar hep Amerikan dizilerinden kaptığımız özenti haller... Ama his net... Daha önce hiç olmadığım kadar mutsuz olduğumu hissediyorum. Çılgınca korkuyorum.

     Sancılı süreçler bitmiş, boşanma gerçekleşmiş. Kendi istediğim, çok istediğim boşanma... O, evden her şeyiyle gitmiş. "Nekahat dönemi"nin bitmiş olduğunu düşünmüş olsa gerek ki, annem de başımda tuttuğu nöbetini tamamlamış ve Ankara'ya dönmüş. 

     Ayrılmaya çalıştığım süre içinde nasıl da farkedememişim bunu. Hayatımdan gönderdiğim yalnızca geçinemediğim bir koca değil; on dört yıllık can yoldaşım, bildiğin çocukluk arkadaşım... Evlilik kısmı yedi yıl sürmüş dev bir ortaklık, adeta bir "çift yumurta ikizliği", delice bir ekip çalışması...

     Paylaştığımız korkularımız gitti, güldüğümüz espriler gitti, birlikte yaptığımız komik danslar gitti, uydurduğumuz kelimelerimiz gitti, gelecek planlarımız gitti... O... Gitti...


     Parmaklarım güç alırcasına tuttunduğum yatağa geçiyor. Dişlerimi ve boynumu sıktığımı hissediyorum. Ağlayamayacak kadar gergin olduğumdan, oturduğum yerde hafifçe öne ve geriye sallanıyorum. Çünkü hava kararıyor, çünkü kış geliyor, çünkü ezan okunuyor... Acı ve endişe artık soyut kavramlar değil. Biçimsiz hatlarına dokunabiliyor, gri ve siyah renk geçişlerini görebiliyorum. Aldığım koku genzimi yakıyor. Ve ben, nasıl ifade edeceğimi yıllar sonra bir arkadaşımdan öğreneceğim "kuyu"ma düşmeye başlıyorum. Hızla, derine, dibe, en dibe doğru... Aile hayatımdan direk geçiş yaptığım evlilik hayatımın bitiminde, hayatımda ilk kez mutlak yalnızlıkla yüzleşiyorum. Arapça kelimeler ve hocanın yanık sesi kulağımda değil, midemde dönüp duruyor... Her şey -öyle- tanıdık... Tıpkı babamın ölümü gibi... Hayır, "gibi" değil... Korkarım babam tekrar ölüyor...

1 yorum:

  1. Böyle soyut şeylerin bu kadar net ve samimiyetle ifade edilebilmesi, size has, sevdiğim bir güzellik. Bu da geçer. Neler neler, neler neler geçmedi ki?!.

    YanıtlaSil