12 Aralık 2013 Perşembe

Kuantum

     Beş saatlik bi' uykudan telefon alarmıyla uyanıp üç vesaitle işe gitmişim. Yolculuğum süresince iki kadınla ters ters bakışmış, bir adamla hafif bi' ağız dalaşı yaşamışım. Gün boyunca algı düzeyi deniz seviyesinin altında olan hedef kitleme telefonda ve yüz yüze, belki yüz kez aynı açıklamayı yapmışım. Muhtemelen piyasada var olan en ucuz yağla pişirilmiş nişasta ağırlıklı öğle yemeğimi yerken, salçalı kısmından yoğun bi' damlayı kıyafetimle hiç şık olmayan bi' şekile buluşturmuşum. Kredi kartı borcum gün içinde telefonuma ''esemes'' olarak ulaştırılmış, matematik kurallarını aşan ince hesaplar yapmışım. Boşa koymuşum dolmamış, doluya koymuşum, her neyse işte...
     İş dönüşü, tutunmama bile gerek kalmayacak biçimde dört bir yandan kuşatılmışken her nasılsa yüzümü dönmeyi başardığım metro kapısının camında makyajsız solgun yüzümün yansımasını seyretmişim. Olası tacizlerden korunabilmek amacıyla k*çımı dakikalarca içime çekerek imkansızı başarmışım. Metroyla ev arasındaki mesafeyi yürürken, nereden yağdığı, daha doğrusu ''savrulduğu'' belli olmayan İstanbul yağmuruyla ıslanarak tüy tüy olan saçlarım, en son bi' otobüsün mazot dumanını  adeta içerek dayanılmaz bi' koku yaymaya başlamış. Eve gelir gelmez hayatım boyunca yarıştığım dakikaları kim bilir kaçıncı kez hesaplayıp planlayarak kendimi banyoya atmış; dakikalar içinde yıkanmış, giyinmiş, hazırlanmış ve ikinci işime gitmek üzere tekrar yola koyulmuşum...
     Ve sen, şanslı kadın... Öğleye doğru uyanmış, kahvaltını, alışverişini, sporunu yapmış; tatlı gününü saunada noktalamışsın. Gün boyunca tek derdin akşam ne giyeceğine karar vermek olmuş. O yüzden, n'olur, bak, sen üret kendi pozitifini(!), sal(!) evrene... Yat mı diliycen, kat mı diliycen artık... Meleklerinle(!) konuş yine istiyosan... Ama bana anlatma, gözünü seveyim... Bi' git ya...
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder